25 Eylül 2015 Cuma

Hayaller Beyaz Atlı Prens, Gerçekler Diego Rivera

  Saat gecenin 3'ü ve evde uyumayan bi' tek ben kaldığıma göre artık yazmaya başlayabilirim diye düşündüm. Çünkü en çok bu saatlerde en düşünmemem gereken şeyler aklıma doluşuveriyo. Her insanı yazı yazmaya, beste yapmaya ya da resim çizmeye iten olaylar vardır. Ya aşkından ne yapacağını şaşırırsın için taşar o coşkuyla bi' şarkı yazarsın, ya da Frida'nın yaşadıkları gibi çektiklerini resim yaparak anlatmaya çalışırsın, derdini tasanı o şekilde atmayı denersin işte. Benim de bu blog'u yazmama sebep olan olaylar ve insanlar var evet. O konulara girmek için henüz biraz erken olabilir ancak ilk yazıdan da tahmin edebileceğiniz gibi, bir ayrılık söz konusu. Aşk var (bende), kadın var (ben), sevgi var (bende) ve bir de öküzümüz var (benimdi) elbette. İleriki zamanlarda gireceğim bu konuyu şimdilik böyle özetlemiş olayım.
  25 yaşındayım, İstanbul'da yaşıyorum ve hayatımın en belirsiz döneminde (okul bir yandan, işsizlik bir yandan, ailedir akrabalardır hiç katmıyorum bile) bir de aşk acısı olmazsa olmaz dedim. Herkesin derdi kendine büyük görünür biliyorum ama elbet vardır benimle benzer sıkıntıları olanlar. Kimine göre saçma kimine göre önemli sayılabilecek bu sorunlar yüzünden bileklerimi dikine kesmek yerine dalga geçmeye çalışarak içimi dökmeyi tercih ettim. Ne bileyim, belki aynı şeyleri yaşayanlar okuyup benim için de bi' küfür sallarlar o adamlara, ya da ben saydırmışımdır okuyanın içini ferahlatırım, kıyamadığından arkasından küfür bile edemezsin ya bazen, onlar için diyorum işte... Çok da belirgin anlatmamak lazım adamları, zaten gereksizce şişkin olan egoları daha da şişirmek intihar olur. Üstü kapalı göndermeler en güzeli en tatlısı, hem herkes kafasında kendi öküzünü o hikayeye yerleştirebilir. Kağıttan bebek giydirmek gibi. Sonra da o kağıtları toparlayıp yakar, önümüze bakarız.

Frida ve Diego çifti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder